Şehrivan’ın ilk sayısı 1-8 Nisan 2003 tarihiyle haftalık olarak çıktı okuyucusunun karşısına. Geçtiğimiz günlerde kuruluş aşamasını yazdığım bir yazıda, temelinin ise aynı yılın Mart ayının ortalarında atıldığını söylemiştim.
Tam 10 yılı geride bıraktığımız bu serüveni iki ayrı konuda ele alabiliriz.
Biri, kişisel hayatlarımıza olan etkisi; diğeri ise işin gazetecilik boyutuydu.
Dağıtıcısından, muhabirine yüzü aşkın kişi çalıştı Şehrivan’da, çok kişi yazı yazdı…
Yüzlerini dahi unuttuğum o kadar kişinin geçmişi var ki…
Gazete iki kişinin hayatını derinden etkiledi: Aziz Aykaç ve benim.
5 aylık askerlik ayrılığını saymazsak, 2009 yılının Kasım ayına kadar geçen sürede tüm sayıların hazırlanmasında masa başında ben vardım.
İki defa gerçekleşen hac farizasını ve 2008’deki hastalığını saymazsak bütün bu süreçte rahmetli Aziz Aykaç’la hep beraber olduk.
2003 yılında kesişen yollarımız, vefatına kadar ayrılmadı.
Gazeteden uzak kaldığım günlerde bile muhakkak her gün arar; fırça atar veya fikir alışverişinde bulunurdu.
Rahmetli babamla aynı yaştaydı, mazileri de vardı…
Ama asıl arkadaşlığı benimle oldu.
Gazeteyi kurduktan çok kısa süre sonra en büyük sırdaşım oldu, ben de onun…
İkimizin, birlikte yaşadığımız, iyi ve kötü bir sürü anımız oldu.
Bütün o yaşadıklarımızdan hâlâ bile kimsenin haberi olmadı. Ne o çocuklarına anlattı ne de ben aileme.
Bütün bu sırlar bende kaldı, dayanılmaz bir ağırlıkla.
Gazeteciliğe yeni başlamış biri olarak, ağır olmayı, cesareti Aziz Aykaç’tan öğrendim.
Okulu yeni bitirmiş, yerinde duramayan ben gibi birisinin başına gelebilecek en iyi şeydi Aziz Aykaç.
Açıkçası ben başkasıyla çalışamazdım, çalışamadım da…
Bu anlamda, şimdi bile iki günde bir uğradığım gazetede canım sıkılır, hemen kaçmak isterim oradan.
O varken evinde aylarca kaldığım oldu, şimdi her gittiğimde en fazla bir saat oturabiliyorum.
Onunla arkadaşlığı olanlar bilir; yokluğu çekilmez o alıştıktan sonra…
Hele benim gibi yakın olanlar bunu çok daha iyi bilir.
* * *
Olayın gazetecilik boyutunu anlatmaya gerek yok.
Kim ne derse desin, Şehrivan ondan sonra yarım yamalak bir gazete olarak kaldı.
Onun azmini, haber dürtüsünü, köşe yazarlığını bir daha bulmak Van için şimdilik imkansız.
Hep yeni şeyler üretme derdinde olan yaşlı bir adamın azmine gençlerin ulaşması mümkün değil.
Kurulduğundan bir hafta sonra Van’ın kirliliğine isyan edip, kampanya adı altında dönemin belediye başkanı ve milletvekilleri ile sivil toplumcularının ellerine süpürge verip sokakları temizleten bir gazeteydi Şehrivan.
Hataları da oldu gazetenin, yanlışları da…
Çok oldu hem de.
Ama gerektiğinde özür dilemesini biliyorduk.
Benim için n güzeli de özgürlüğümdü.
Gazeteye istediğim gibi müdahale ediyor, en iyi üniversitesinde eğitimini aldığım gazetecilik mesleğinin gereklerine göre hareket etmeye çalışıyordum.
Bütün bu güzel ve özgür ortamı bana sağlayan Aziz Aykaç’tı işte.
Gerektiğinde onun bile köşesini yayınlamıyor ya da değiştiriyordum.
Çünkü, bizi en çok sıkıntıda bırakan bir özelliği vardı: Yergide de sınır tanımazdı, övgüde de…
Daha da ilginci bir hafta önce rezil ettiği adamı bir hafta sonra övüyor, bir hafta önce övdüğü adamı bir hafta sonra da rezil edebiliyordu…
İkinci ölüm yıldönümünde en çok neyi özledim derseniz: “Ergin, ne yazağ bugün” demesini en çok.
Gazetenin ilk günlerinde akşamları cebimizdeki bozuk paraları paylaşmamızı…
Sonra akşam yemeklerindeki iştahını, sokakta yürürken kolumu sıkı sıkı tutmasını, yeğeni Veysel İzgi’ye küfretmesini…
Fenerbahçe maçlarında gol gecikince “Yerimden kalkayım da bir gol atsın bunlar” şeklindeki totemini…
Bize kızdığında “Siz beni bittirdiniz” tepkisini… (t harfini böyle şeddeli söylerdi)
Kavga ettikten yarım saat sonra telefonla arayıp, “Çay içmiyağ” demesini…
Ve bir de Kürtçe mesele anlatmasını…
“Hay lolooo, … deketiye qu derê…”