BİR VİRGÜL KOYABİLMEK HAYATA

Abone Ol

İnsan onca gürültünün patırtının arasında kendi sesini duyamaz bazen. İç içe geçmiş iki dünya arasında kendini inşa etmeye, varlığını sürdürmeye çalışır. Biri şimdilik bizi misafir eden 13 milyar yıl yaşında olduğu söylenen üzerinde yaşadığımız dünya diğeri ise bütünüyle bizim etrafımızda oluşan kendi içimizde yaşadığımız dünya… Mahallemiz, sokağımız, evimiz, işyerimiz, okulumuz vs.

 

Hem kendi içimizde yaşadığımız dünyanın hem de bizim dışımızda yaşanan ve çok hızlı bir şekilde dönen evrenin uğultusundan, kalabalığından bazen öyle bir zaman gelir ki kaybolur, gideriz kendi sesimizi bile duyamaz hale geliriz. Sonra an gelir, dünya durur, insanlar uyur, cılız bir ışık, kayıp gölgeler ve kendinde kaybolma çabası kalır insana.

 

Yaşadığı hayata bazen virgül koyarak yoluna devam edebilmeli insan. Kelimelerin ortasına konan virgüller gibi. Çoğu zaman istediğimiz şeyler olmaz bu hayatta. İşte insan bu esnada bir virgül koyabilmeyi bilmelidir. Hatırlayalım, virgül aynı zamanda bir duraklama, nefes alma yeridir. Ne az ne de fazla. Ama öyle her yere değil, sadece gerekli yerlere koymalıyız. Virgül nereye konulduğuna göre anlam katar cümleye. İşte cümleye nasıl anlam katıyorsa hayatımıza da öyle anlam katacaktır arada bir atmamız gereken virgüller. Durup, düşünüp, anlayıp sonra da kaldığımız yerden yeniden devam edebilmek için yola. Belki yaşamın durgunluğundan belki monotonluğundan belki de etrafımızı ve zihnimizi kuşatan kalabalıklardan, gürültülerden sıyrılabilmesi için, kelimelerin arasına konan virgüller gibi arada bir durup hayatına da virgül koyabilmeli insan. Kendi sesine kulak verebilmeli. Üzerindeki fazlalıkları, sırtına gereksiz yere yüklenen ağırlıkları üstünden atabilmeli. Yaşamının bazı anlarında bir virgül koyup yüklerini boşaltıp, ruhunu ve kalbini dinledikten sonra  kaldığı yerden yoluna yeniden devam edebilmeli.

 

“Tamamlanmamış bir cümledir insan. Yalnızlığıyla bile bir araya gelemeyecek kadar ıssız. Bütün bunlara rağmen hayat yine de anlamlı bir cümle kurabilme isteğidir. İnsanın kendini tamamlayabilme isteği.”

 

Mesela, şairler ve ozanlar bu anlamlı cümlenin peşinden giderler hep. Kendi sesini duyabilmeyi, hakikatin peşinden koşmayı, aşkın sırrını anlayabilmeyi yeğlerler. Hakikat ise ancak kendine uygun bir zemin bulunca ortaya çıkabilir. Heidegger’ göre hakikate giden yolda, Varlığın çobanı insandır dil ise varlığın evidir. İşte şairler ve ozanlar onca gürültünün arasında varlığa müdahale etmeden onu eğip bükmeden bir yol bulmaya çalışırlar oradan da hakikate, aşka ve yaşamın özüne ulaşırlar. Mesela, Peygamber sevgisini en güzel anlatan naatlardan biri olan ‘Yağmur’ şiirini Nurullah Genç böyle yazabilmiştir. Kendi sesine kulak vererek, hayatının bir anında bir virgül koyup, durup düşünüp anlayarak. Ya da edebiyatımızın en lirik en duygusal aşk şiiri olan ‘Monna Rosa’yı Sezai Karakoç böyle kaleme alabilmiştir veya birçok filme, diziye, yazıya ilham olan ‘Göğe Bakma Durağı’nı böyle yazmıştır Turgut Uyar.

 

Onun için bu varlık evinin hakikat bekçisi olan ozanlar ve şairler güncel olanın peşine takılıp gitmezler. Onlar güncel olanın gündemleri olmasına müsaade etmezler çünkü onların kendi gündemleri vardır. Kimi şiiriyle yapar bunu kimi türküsüyle sazıyla kimi de romanıyla yazısıyla.

 

Kimine aşk kendini gösterir o onu yazar kimine gurbetin hasreti düşer o da onu söyler kimine hapishaneler düşer mapusluk gözükür o ise özgürlüğün sesi olur onu yazar, çizer Ahmed Arif’in ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ şiirindeki gibi kimi de Allah aşkına gark olur evvel yanar sonra kor olur bu da ona söyletir, yazdırır, çizdirir.

 

Yaşam akıp giderken tüm aldıklarıyla ve yıllar adeta yarışırcasına geçerken takvim yapraklarından hayatın onca gürültüsüne, patırtısına, kalabalığına rağmen arada bir durup hayatımıza birer virgül koyabilmeliyiz. Ruhumuza ihtiyaç duyduğu nefesi aldırabilmeliyiz, kendi sesimizi duymaya çalışmalı ve üzerimize konan yükleri üstümüzden atıp varsa fazlalıklarımızdan kurtulup kaldığımız yerden yolumuza yeniden devam edebilmeliyiz. Herkes bir parçasını bırakıyor insana ve giderken de size ait bir parçanızı alıp öyle gidiyor. Başkalarının sesleri, görüntüleri, düşünceleri, propagandaları arasında yolunu kaybetmiş, kendi benliğinden ve özünden kopmuş, başkalaşmış biri olmamalı insan. Kendi sesine kulak verebilmeli, kendini duyabilmeli evvele kendine ait olana sahip çıkabilmeli…


Ahmet Akif Dağ yazdı...