“Bilimdeki tüm gelişmeler, Batılılar tarafından gerçekleştirilmiştir. Doğulular ancak hazır olanla yetinebilmişlerdir” Bu desteksiz verilen yanlış bilginin peşinden gidip aslının böyle olmadığını kanıtlamaya çalışan Fuat Sezgin, buna karşılık “Bilimdeki birçok gelişme, 9.-16. Asırlar arasında Müslümanlar tarafından gerçekleştirildiğini ve Batılılar da onlardan öğrendikleri” anlayışını belgeleriyle ispat etmiştir. Peki, bu Doğulu ve Müslüman bilim insanları kimlerdir? Gelin bu kişileri de Fuat Sezgin’in ağzından dinleyelim.
“Binlerce misalden bazıları şöyledir: Müslümanlar h. 2. yüzyılda Kimya ilmini bir tecrübî ilim olarak kurdular. Bunu kuran adam büyük bir şahsiyet, büyük bir bilim adamıydı: Cabir İbni Hayyân. Câbir İbni Hayyân’ın kitapları 12. yüzyılda Avrupa’ya intikal etti, ona Geber diyorlardı. Bu adamcağız Kimya ilminde öyle bir ilerleme kat ediyor ki ancak bundan sonra 18. ve 19. yüzyılda ona ilave edilebilecek yeni bazı kıpırdanmalar görüyoruz. Bunun yüzlerce misali vardır. Çoğu benim o katalogun birinci cildindedir. O birinci cildin ana fikri şudur: Bilimler tarihine giriş. Kronolojik olarak birçok misal verdim; tabii kitap şimdi Türkiye’de tercüme edilmiş bulunuyor, sonra Türk okuyucuları bunları okuyacaklardır. Yüzlerce misali orada verdim. Bu misal kâfi gelmediyse size başka bir misal daha vereyim. Müslümanlar 15. yüzyılda Afrika’nın doğusuyla Sumatra arasındaki mesafeyi bugünkü gerçeğe aşağı yukarı tamamıyla uyacak şekilde hesaplayabiliyorlardı, düşünün. Evet, 6.600 kilometrelik mesafeyi hesaplayabiliyorlardı; bunun altında müthiş metotlar vardı. Onu da kitaplarımda bulacaksınız, o ne müthiş bir şeydir. Bu, Avrupa’da ancak 20. yüzyılın birinci yarısında mümkün olmuştur. Bir misal daha vereyim. Müslümanlar miladın onuncu yüzyılında astronomide o kadar ilerlediler ki şu suali sormaya başladılar: ‘Dünyanın bir eğimi vardır, 23.5 derece. Bu eğimde bir azalma veya artma var mıdır?’ Hatta bunu araştırmak için eski Tahran’da Rey şehrinde bir rasathane kurdular. Rasathanenin de modelini müzede bulacaksınız. 30 sene kadar gözle gözetlemeden sonra şu neticeye vardılar: Dünyanın eğimi muntazaman azalıyor yani 2000 yılda aşağı yukarı 1 derece azalıyor. Bu eğimi, gök mekaniği 19. yüzyılda ispat etti. Bir misal daha vereyim… Yanlış anlamamak lazım 365 gün zarfında Dünya ile Güneş arasında en uzak ve en kısa mesafe vardır. Bu en uzak noktayı Yunanlar biliyorlardı. Müslümanlar 9. yüzyılda bu en uzak noktanın bir yılda yerinin değiştiğini fark ettiler ve bunu hesaplamaya başladılar. Bunu 11. yüzyılın ilk yarısında meşhur Bîrûnî diferansiyel matematikte hesaplamaya çalışıyor. Tam dört mevsimde hesaplıyordu. Bunların artımıyla diferansiyel matematikle bunu hesaplamaya çalışıyordu. Onun verdiği sonucu bilmiyorum ama ondan 20-30 sene kadar sonra Zerkalî adındaki bir Müslüman âlim bu değişmenin bir yılda 12.5 saniye kadar bir değişme olduğunu hesap etti ki bu modern astronomide 11.5’tir. Yani demek ki bir saniye kadar hata etmiştir, anlatabiliyor muyum?”
Burada sizleri çok bilgi yığınına boğmayacağım, Müslümanların bilimde ulaştıkları seviyeyi göstermek bakımından Fuat Sezgin’in verdiği birkaç örneği daha yine onun kendisiyle röportaj yapan kişiye söylediklerinden olduğu gibi aktarmakta yarar var: “Bîrûnî kolay kolay bilinmeyecek büyüklükte bir insandır. Sadece Bîrûnî değil, o kadar çok Bîrûnî var ki o altın çağda! Bakın size şunu anlatacağım: Bîrûnî 27 yaşındayken 18 yaşındaki İbni Sina ile yazılı bir münakaşaya giriyor, konu nedir biliyor musunuz? ‘Işığın sürati ölçüsüz müdür, yani la mütenahi midir, yoksa zamanda ölçülebilir mi?’ Ne müthiş bir şey değil mi! Böyle bir şey bugünün Türkiye’sinde bile olmaz. Bîrûnî‘nin İbni Sina hakkında çok güzel bir ifadesi var ‘Fazıl genç Ebu Ali.’ Yani faziletli diyor ona. Şunu söyleyeyim size. Biz bir mecmua çıkartıyoruz, ‘İslam Bilimleri Tarihi Mecmuası’. 17. cildi çıktı ve seviyesi çok yüksek bir mecmua. Orada çeşitli âlimler makaleler yazıyorlar. Hollandalı matematik bilimi tarihi ile uğraşan Hogendijk adlı bir âlimin makalesi vardı. İslam bilimleri tarihi ile bu kadar uğraşan birisi olarak ben onu okuduğum zaman dehşete düştüm. Çünkü adam 10. yüzyılda küresel trigonometri problemleri münakaşasına dair birtakım dokümanlar veriyor ve onları izah ediyor. Dehşete düştüm ve sonra doçentime gittim ‘gördünüz mü şu seviyeyi?’ dedim. Hakikaten 21. asırda bizim Türkiye’de bu yüksek düzeyde tartışmalara, münakaşalara rastlayamazsınız. Böylesine muhteşem çağları arkasında bırakmış bir medeniyetin mensuplarıyız. Bunu hiç bilmiyoruz. Şimdi başka misaller vereyim size. Bana İslam dünyasının en büyük âlimi kimdir? Diye sorarsanız beni çok zor bir durumda bırakmış olursunuz, ama en büyük âlimlerden bazılarını anlatın dediğiniz zaman biraz daha rahatlık gelir bana. Bu büyük âlimlerden biri de 8. yüzyılda yaşamış olan Câbir b. Hayyân’dır. Esasında kimya bilimi ile başladı, ondan sonra da genişleterek tabiat olaylarıyla ilgilendi. Bu adam diyor ki bize ‘Allah insana kâinatın bütün sır perdelerini yırtacak kabiliyeti vermiştir!’ Yani beşer bu kâinatta her sırrın çözümüne ulaşabilir. Aristoteles ise tam tersini söylüyor: ‘Biz bunu yapamayız’ diyor. Câbir b. Hayyân öyle bir adam ki ‘kâinat, matematiksel ölçüler esasına göre yaratılmıştır’ diyor. Yani hisleri bile ölçebiliriz. ‘Ölçemediğimiz herhangi bir şey bilimin konusu olamaz!’ diyor adamcağız. Mesela anlatıyor Galen: Hastalıkları ölçmede birinci derecede hastalık, ikinci derecede hastalık diye sınıflandırıyor. Böyle şey olmaz. Oysaki Câbir, ‘biz bunu matematikte ifade etmeliyiz’ diyor; bir kat, yüz kat, bin kat gibi… Böyle bir adam… Mesela tuhafınıza gidecek ama İbni Hayyân’ın ‘tevlid’ diye bir prensibi var. Diyor ki ‘Allah beşere yeni şeyler üretme kabiliyetini vermiş.’ Bunu derken de Müslüman olduğunu inkâr etmiyor. ‘Allah bize bu kabiliyeti’ vermiş diyor. ‘Halkullah, halkun lena’ yani ‘Allah’ın yaratması ve bizim yaratmamız’ diyor. Fakat bunu söylerken bu duruma dinden uzaklaşmak anlamında bakmıyor. Bunu 8. asırda söyleyebiliyor. ‘Biz taş teşekkül ettirebilir miyiz?’ sorusuna ‘evet’ diyor. ‘Nebat teşekkül ettirebilir misiniz?’ ‘Evet’ diyor. ‘Hayvan teşekkül ettirebilir miyiz?’ ‘evet’ diyor adam. Kendine o kadar inancı var, Allah’ın insana o kadar büyük bir kudret verdiğine inancı var adamın. 700 harflik bir alfabe yapıyor; niye biliyor musunuz? Bütün hayvanların seslerini ifade edebilmek için. Böyle müthiş bir insan… Bu adam, bütün kimya ilminin kaderini İslam dünyasında 18. yüzyıla kadar tayin ediyor. İşte en büyük âlimlerden birisidir Câbir b. Hayyân. Fakat mühim olan şu: Bana Müslümanlar, Yunanlılar ve Avrupalılar arasında bir mukayese yapar mısınız? Diye sorarsanız size şunu söylerim: Ben bilimlerin tekâmül kanununu, bir nehre benzetiyorum. Çok uzun zamandır kafamda böyle bir tasavvur var. Nehir küçük kaynaklardan çıkıyor yavaş yavaş çoğalıyor. Bir eğimden aşağı süratle akıyor. Ovaya doğru hızla akıyor ve ovada hem genişliyor hem de sürati azalıyor. Sonra bir daha toplanıyor ve yeniden hız kazanıyor ve bu şekilde sürüp gidiyor. Bilimler, farklı insanların elinden geçerek, farklı kültür dünyalarından geçerek yavaş yavaş gelişiyor ve bugünkü haline geliyor. Ben böyle tahayyül ediyorum.”
Fuat Sezgin’in benim araştırmalarım sonucunda beni etkileyen bir diğer verdiği bilgi ise şudur: Amerika kıtasının keşfinin de aslında Müslümanlar tarafından yapıldığını iddia etmektedir. Bu iddiayı da yine Fuat Sezgin’in ifadeleriyle aktarmaya çalışalım: “Amerika kıtası Müslümanlar tarafından keşfedilmiştir. Müslümanların bir haritasını da buldum. Çok mühim bir harita… Bu hususta internette Almanca ve İngilizce olarak görüşlerimi ihtiva eden 30’ar sayfalık bir yazı var. Onu kitabın 13. cildine de soktum. Bunun Türkçe özeti de hazır. Bu, geçen sene İstanbul Teknik Üniversitesi’nde verdiğim bir konferanstan ibarettir, bir de Arapçası vardır. Bütün delilleri burada vermeye çalışıyorum, haritalar veriyorum. Ayrıca Kahire Üniversitesi’nde verdiğim bir konferans daha var bu hususta… Evet, esasında Amerika’ya gitme meselesine Müslümanlar 10. yüzyılda başladılar. Bu hususta tarihi kayıtlar var. Bunlar döndüler, bazen dönemediler. O hususta birçok kayıt var. O mühim değil esasında. İnsanlar yüzlerce defa Amerika’ya tesadüfen gittiler. Bakın Müslümanlar yalnızca şu hedefle gidiyorlardı: Büyük Okyanus’un öte tarafına ulaşmak. Atlas Okyanusu’nu bilmiyorlardı. Bu gayretle birçok çıkış yaptılar, dönmediler. Mühim olan Amerika haritasının bir kısmını ilk olarak yapmaktır, yapmış olmaktır. Bunu ilk yapan insanlar 15. yüzyılda Müslümanlar oldu ona yüzde yüz inanıyorum. Onu ispat etmeye çalışıyorum o yazımda. Kristof Kolomb, Müslümanların yapmış olduğu haritaya dayanarak burayı buldu ki onun tarihçesi de bir haritayla yola çıktığını yazıyor.”
Ercüment ZÜNGÜR