Başkale'ye atanan Giresunlu öğretmenin hikayesi!

Mehmet Kaya yazdı: Başkale'ye atanan Giresunlu öğretmenin hikayesi...

Abone Ol

Birkaç yıl önce Başkale’ye Giresunlu bir öğretmen atanır. Ailesinden habersiz Başkale’yi tercih eden öğretmen hanım, Başkale’ye gelmek için ailesini zar-zor ikna eder. Öğretmen hanım, babasıyla Van’a gelir, sora sora Başkale’ye giden minibüsleri bulur ve ilk minibüse atlayarak Başkale’nin yoluna koyulurlar. Başkale yolunda öğretmenin babası, TV’de birçok defa izlediği çatışma haberlerini aklından geçirerek; “Ciğerparesi olan kızını bu dağlarda nasıl yalnız bırakacak?” düşüncesiyle dalıp gitmektedir.  

Baba-kız içinde bulundukları minibüste kendilerinin birer yabancı olduklarını da anlamışlar. Minibüste çalınan şarkının ne söylediğini bilmiyor, şoförle yolcuların kendi aralarında ne konuştuklarını anlamıyorlar. “Biz nereye geldik?” diyerek kendi içinden pişmanlık yaşamaktalar. Bir buçuk saatlik yolculuğun sonunda minibüs nihayet Başkale’ye varmıştır.

Öğretmen evinin nerede olduğunu şoföre sorarlar. Minibüsün şoförü, buranın yabancısı olan babayla-kızı öğretmen evinin kapısında indirir.

Öğretmen evine giren babayla-kızı resepsiyondaki görevli personel karşılar.

Öğretmen hanım, görevli personele:

“Buraya öğretmen olarak atandığını, öğretmen evinde kalacak yer var mı?” diye sorar.

Görevli personel:

-Maalesef boş odalarının olmadığını, öğretmen evinde kapasitesinin üzerinde öğretmenin konakladığı ifade eder.

Babayla öğretmen hanım, üzgün bir şekilde öğretmen evinden ayrılırlar.

Kalacakları bir otel bulma ümidiyle şehir merkezine doğru yürüyen babayla-kız sordukları insanlardan ilçede otelin olmadığını öğrenince, ne yapacaklarını bilemez bir hal içinde birbirlerine bakarlar.

Yabancısı oldukları doğunun en ücra köşesinde, bir ilçede hiç tanımadıkları daha doğrusu çoğunlukla terörist olarak düşündükleri bu insanların içinde ne yapacaklar?

Otel yoksa belki kiralık daire vardır düşüncesiyle, gördükleri insanlara:

“Acaba buralarda kiralık daire var mı?” diye sorarlar.

İlçenin insanlarından kiralık dairenin de olmadığını öğrenince, çaresizce babasına bakan öğretmen hanım;

“Öğretmen evinde yer yok, okulun lojmanı yok, otel yok, kiralık daire yok… Biz nasıl bir yere geldik? Burası ilçe değil mi?” diye söylenir.

Baba, kızına pek bir şey demek istemez. Ancak ikisinin de içinden istifa edip, Giresun’a geri dönme düşüncesi geçer.

Konuyu öğretmen hanımın babası açar:

-İstifa edip, akşam olmadan bir minibüsle Van’a, oradan da memlekete geri dönelim. Belli ki burada yaşanılmaz.

Babasından “istifa” kelimesini duyan öğretmen hanımın boğazı düğümlenir, gözlerinden yaş dökülmeye başlar. Ancak babasının söylediği gibi istifa etmekten de başka çarelerinin olmadığını anlamıştır. Öğretmen hanım kırtasiyeden bir kağıt alır ve gözyaşları içinde istifa dilekçesini yazmaya başlar.

Baba, su almak için yandaki markete uğrar, bu ilçeyi belki daha iyi tanıyordur, bir umut diyerek marketin sahibine:

-Biz Giresun’dan geldik, kızım buraya öğretmen olarak atandı. Kızımın kalabileceği kiralık bir daire var mı acaba?

Babayla kızın halinden zor bir durumda olduğunu anlayan marketçi “Tabi ki var. Siz buyurun biraz oturun, ben sizi birazdan kalacağınız eve götüreceğim.”

Marketçinin sözüne pek inanmazlar, ancak başka bir çareleri olmadığı için mecbur bu marketçinin dediğine de uyarlar. Marketçinin işaret ettiği taburelere isteksiz bir şekilde oturur, önüne bırakılan kaçak çaydan birer yudum alırlar.

“Çayları dahi bizim çay değil” diye mırıldanır öğretmen hanımın babası.

Bu arada marketçi, hanımını arar: “şewê mêwan hene, xêra xwe serbera şîwê bêke” (Bu akşam misafirlerimiz var. Sana zahmet akşam yemeği hazırla!) diyerek hanımına bilgi verir.

Öğretmen hanım oturduğu yerde eline aldığı istifa dilekçesine göz atar, gizliden gizliye gözlerinden yaşlar boşanır. Baba kızının haline baktıkça onu da ayrı bir hüzün kaplar.

Kısa bir süre sonra marketçi:

-Hadi buyurun bey amca, sizi kalacağınız eve götüreyim.

Babayla-kızı hiç tanımadıkları bu adamın arabasına çaresizce biner, her ne olur ne olmaz diyerek ön koltuğa oturmazlar. Sonuçta bu bölgenin insanlarını terörist veya terör destekçisi olarak biliyorlar. İkisi de arka koltukta oturur, marketçinin kendilerini nereye götüreceğini merak içinde beklemekteler. Mahalle arasına dalan araba kısa bir süre içinde bir evin önünde durur.

Buyurun bey amca kalacağınız eve geldik.

Kiralık olmadığı her halinden belli olan bu iki katlı evin içine girmekten tereddüt ederler.

Marketçi: Bey amca korkmayın! Kızınız Giresun’dan buraya bizim çocuklarımıza eğitim vermeye gelmiş. Kalacak yeri yok diye, bir öğretmeni geri gönderemeyiz. Kızınıza bir ev bulana kadar sizler benim misafirimsiniz.

Marketçinin bu sözleri karşısında ikisinin de dili tutulmuş, şaşkınlıkla birbirine bakarlar. Çaresizce bu teklifi kabul ederek; “Peki” diye cevap verir, öğretmen hanımın babası.

Evin hanımı Türkçe bilmediği için “hûn xêr hatin, ser seran ser çawan hatin (sizler hoş geldiniz, başım gözüm üstüne geldiniz)” diyerek onları güler yüzle karşılar.

Misafir odasına geçen babayla öğretmen hanım, birbirlerinin yanına oturarak;

“Yıllardır terörist olarak bildikleri bu insanlar bu kadar iyi olamazlar. Belli ki marketçi, bizi öldürmek için buraya getirmiş. Türk değil miyiz? Belki bu Kürt aile birazdan bizi öldürecek ve cesetlerimizi bir tarlaya atacak. Kim bilir, belki cesetlerimizin boş bir tarlada bulunduğu son dakika haberi birazdan ekranlardan geçecektir.” Bu düşünceleri aklından geçiren babayla-kız büyük bir korku içinde birbirinden hiç ayrılmazlar.

Akşam yemeği gelir. Babayla-kız çekingen bir hal içinde sofraya otururlar. Pek bir şey yemeden sofradan kalkarlar. “Belki yediğimiz, son yemeğimizdir” diye düşünürler.

Yemekten sonra çay ve pek samimi olmayan kısa bir muhabbetten sonra uyku vakti gelir. Yere döşek seren ev sahibi babayla-kızı odalarında baş-başa bırakarak, kendi odasına çekilir.

Giresunlu baba ve kızı bu olanlara bir anlam veremezler.

“Bu teröristler, böyle iyi olamazlar. Belli ki birazdan gelip ikimizi yataklarımızın içinde öldürecekler.”

Bu korku içinde sabaha kadar nöbetleşerek uyurlar. Sabah olur ancak onları öldürmeye kimse gelmemiştir.

Salonda seslerin geldiğini duyan babayla-kız yataklarından kalkar, baba kapıyı yavaşça açar.

Ev sahibi marketçi, Giresunlu amcayı kapıda görünce:

-Uyandınız mı? Umarım çocukların sesiyle uyanmamışsınızdır.

-Yok, biz çoktan uyanmıştık.

Babadan sonra salona gelen öğretmen hanım yerdeki kahvaltı sofrasını görünce gözlerine inanamayarak, içinden “böyle bir kahvaltıyı ne ara hazırladı” diyerek evin hanımına hayretle bakar.

Kahvaltı yapıldıktan sonra marketçi:

-Haydi bey amca, çarşıya gidip sizin için bir ev arayalım.

Bu şekilde dört gün geçer. Dördüncü günde bir ev bulurlar. Buldukları evi, öğretmen hanımın kalabilmesi için hep beraber döşerler. Altıncı günde eve taşınan öğretmen hanım, babasını Giresun’a uğurlamak için minibüs durağına kadar babasına eşlik eder.

Öğretmen hanım ilçeye geldikleri ilk günü, yürüdükleri sokakları, istifa dilekçesini, döktüğü gözyaşları teker teker düşünür ve yazdığı istifa dilekçesini babasına göstererek:

-Babacığım eğer marketçi dayı olmasaydı, bende seninle memlekete geri dönecektim. Bu kadar iyi olan insanlar yıllardır terörist olarak bize anlatıldı ancak biz burada gördük ki

“BUNLAR TERÖRİST DEĞİLMİŞ!”

Kızıyla vedalaşan baba, yol boyunca kızının söylediği bu sözü düşünür. Kendi memleketinde görmediği insanlığı, terörist olarak bildiği bu insanlarda gördüğünü itiraf eder.

Yıllarca ne kadar yanlış düşündüğünü/düşündürüldüğünü de anlamış bir şekilde yol boyunca:

“Hani bunlar teröristi” diyerek, kendi kendine sorar.

Birkaç gün önce Belediye Başkanlığı mazbatası için şehri ateşe veren, etrafı yakıp-yıkan gençlerin, mazbatanın Belediye Başkanı Abdullah ZEYDAN’A iadesinden sonra şehrin sokaklarını temizlemeleri karşısında yaşanmış bu hikaye aklıma geldi.

Şehrin sokaklarını temizleyen bu gençler belli ki terörist değiller. Sadece yanlış kararlar karşısında nasıl tepki vereceğini bilmeyen, yanlış yönlendirilen gençlerdir.

Su istimal edilen bu gençlerin doğru yönlendirilmeye ihtiyaçları var.

Gençler ancak eğitimle doğru yönlendirilirler. Bunun da birinci yolu bu gençlere ana dilde eğitim hakkı vererek, eğitimle gençleri doğru yönlendirmekten geçer.