Ayakta bekletmek!

Abone Ol

“Cehennem ehlinden bir adamı görmek isterseniz, kendi oturduğu halde etrafındakileri ayakta tutan bir adama bakınız.” Hz. Ali (ra)

Televizyon izlemek adetim olmadığı gibi esasen buna çoğu zaman vaktim de yoktur. Ancak yıllar önce bir dostum bana bir dizi sahnesi yollamıştı. Sahne şu şekildeydi: Dini bütün bir adam oturmuş, odasında takriben 10-15 kişi ayakta bekler vaziyette, o da onlara dini ve ahlaki nasihatler veriyor. O anda Hz. Ali' nin yukarıda alıntıladığım sözü aklıma geldi. Arkadaşa şöyle bir cevap verdim.

“Gönderdiğiniz dizide verilmek istenen mesajın yanı sıra görüntüye de odaklandım. Zira görüntü ve mesaj uyumu son derece önemlidir. Bir olayda önce göz, sonra kulak işe dahil olur. Bunun için verilmek istenen mesajda bütünlük oluşturulmalı. Bir yanlış bir doğru ile beraber olmamalı.”

Büyük filozof İoanna Kuçuradi' nin bir konferansını izliyordum. Sahneye son derece mütevazı bir masa koyulmuş. Salon hınca hınç dolu. Birçok kişi onu dinlemek için ayakta durmayı göze almış. Yaşını başını almış olduğu için ayakta konferans verme durumunda değil.

Topluluğa bakarak ayakta kalan dinleyicilerine elinden bir şey gelmediği için üzüntüsünü dile getirirken şöyle diyordu: "Yeni bir şey söylemeyeceğim onun için ayakta beklemenize gerek yok". Ne ince bir yaklaşım...

Elbette bu gibi durumların istisnaları olur. Bilhassa bir makam sahibinin makamına giren herkesi oturtması her durumda beklenemez. Bazılarının sorusu yahut sorunu ayaküstü halledilecek mahiyettedir. Ancak zaman alacağı bilinen bir konuşmada muhataba olan yaklaşımımız onun maddi/makam seviyesine göre değil yüce yaratıcının özene bezene yarattığı güzide bir kişi olmak ölçüsüne göre belirlememiş lazımdır. İşe bu açıdan bakınca herkes eşit olur. Ölçü, gelen her kişiye eşraf (ileri gelen) muamelesi yapmaktır. Eşrafın oturtulmaya hak sahibi olduğu durumlarda sade vatandaşın da oturmaya hakkı vardır.

Diğer taraftan özellikle makam sahiplerinin dilek sahiplerini, hakimlerin de tarafları uzun süre kapıda bekletmeleri kul hakkı ihlaline girer. Yıllar önce kurum adına mahkemelere katılıyordum. Duruşma saatleri genelde saat 09.00 civarı olurdu. Mahkemeye girmesi gereken bütün insanlar o saate gelir ve kendilerine sıranın gelmesini beklerdi. Bu süre bazen gün boyu sürerdi. Daha sonra sanırım gelen bir kısım serzenişlerden ötürü durum biraz iyileştirildi. Şimdiki durumu bilmiyorum. O zamanlar duruşma koridorunda oturacak yer de yoktu. İnsanlar uzun süre ayakta beklemek durumunda kalıyordu. Bu durum da hâliyle vatandaşa eza veriyordu. Bu gibi sorunları bizzat deneyimlemiş biri olarak görev yaptığım her yerde özel kaleme şöyle talimat veririm: İçerde kim olursa olsun herhangi biri geldiği zaman mutlaka bilgim olsun. Çünkü herhangi birini (hele ki bir dostla sohbete dalarak) bekletmenin ağır bir kul hakkı ihlali olduğunun farkındayım.

Bilhassa makam ve kudret sahibi kişilerin verdikleri randevularına sadık olması beklenir. Sanırım gelişmiş ülkelerde bu konuda pek sorun yaşanmıyor. Oysa bizim inancımız bu durumu kul hakkı ihlali saydığı hâlde kimi durumlarda bu hususa riayet edilmediğini maalesef gözlemlemek mümkün. Bazı rivayetlerde yüce Allah'ın "Benim yanıma kul hakkı ile gelmeyin, onu ben değil, kulum affeder." dediği nakledilmiştir. Bizde ise kul hakkı, kişinin maddi/makam kudreti ile ilişkilendirilir. Halbuki prensip şu olmalı: Ya randevu vermeyeceksiniz ya da kapıda bekletmeyeceksiniz. Zira bir insanın boşa geçen tek bir saniyesini tekrar yaşaması mümkün değil. Onun zamanını heder etmeye de kimsenin hakkı olmasa gerek.