Bugün belki de şu ana kadar yazmış olduğum köşeler arasında ilk defa bir köşe yazısını yazarken kalemimden dökülen her satır için ayrı ayrı utanç duyacağım…
Utanç duyacağım çünkü bugün bu satırlara dökülecek olanlar vicdanların sorgulanmasını, nasıl bir toplum haline geldiğimizi yeniden gözden geçirmemizi gerektirecek şeyler.
Son 10 yılda Türkiye’de 2337 kadın şiddet görerek hayatını kaybetti.
Evet, Türkiye’nin kadın cinayetleri anlamında ilk sıralarda yer alan ülkelerle son zamanlarda adeta bir yarış içerisine girdiği gerçeğini ne yazık ki söylemek kaçınılmaz bir hal aldı.
2008 yılında ve daha önceki senelerde şiddete maruz kalarak hayatını kaybeden kadınların sayıları çift haneli rakamlarda; özel olarak 2008’de 80 iken her geçen sene daha da artış göstermiş.
Sayısal verilere bakıldığında 2009’da 109, 2010’da 180’e çıkmış olan kadın cinayetleri son olarak 2018 yılında 440’a kadar çıkmış.
Yapılan kısa bir araştırma neticesinde bile göreceğiniz üzere Türkiye’nin son yıllarda ki en istikrarlı artışını sergilediği alan kadın cinayetleri halini almış durumda.
Her yaşanan kadın cinayetinin ardından gerek sosyal medya, gerek yazılı ve görsel medya üzerinden oluşan kamuoyu ile tepkilerini dile getiren milyonlarca insan aradan geçen belirli bir vaktin ardından yeni bir cinayet haberi ile güne başlıyor.
Daha dün sabah saatlerinde Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşen ve vicdanların yeniden sorgulanmasını, ceza hukukunda alınan kararların tekrardan gözden geçirilmesini farz kılan bir cinayet daha yaşandı.
Kırıkkale’de Emine Bulut adlı bir kadın, 4 yıl önce boşandığı eski eşi tarafından 10 yaşındaki çocuğunun gözleri önünde bıçaklanarak öldürdü.
Aşağılık kelimesini utandıracak ‘sözde’ öfkeli eş, çocuklarıyla birlikte yemek yiyen kadını kendi çocuklarının gözü önünde boğazını keserek öldürdü.
Olayın ardından yayınlanan görüntülerde annenin kanlar içinde ‘Ben ölmek istemiyorum’ sözleri ve küçük kızının ‘Anne lütfen ölme’ nidaları ise tüm Türkiye’nin hafızasına ve vicdanına silinmeyecek yaralar açtı.
Türkiye bu muydu? Kadınlara verilen değer, kadının olması gereken konum bu tarz olaylar ile mi gözler önüne serilecekti?
"Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh'tan korkunuz! Zîrâ siz onları Allâh'ın bir emâneti olarak aldınız." Diyen bir Peygamberin tebliğ ettiği dine mensup olan insanlar bu kadar cani olmayı ne zaman meşrulaştırır oldu?
2017 yılında Van’da yine eşi tarafından 2 çocuğunun gözleri önünde öldürülen Şehriban Dinç’in acısını ne kadar unutabildik?
Konya’da yaşayan 3 çocuk annesi Tuğba Erkol’un yine aynı şekilde çocuklarının gözü önünde eşi tarafından 20 yerinden bıçaklanarak öldürülmesinin üstünden ne kadar geçti?
En azılı suçluların bile aylarca yargılandığı ve savunma hakkı verildiği günümüzde, kadınlar savunmasını yapmadan, nasıl bu kadar rahat bir biçimde kendi yakınlarının verdikleri karar ile suçsuz yere yaşamlarından olur hale geldi?
Bu ülke Özgecan’ını, Ayşe’sini, Nazan’ını daha ne kadar unutabildi ki bunun da yeni bir yara olarak hafızalarda yer edinmesine sebep oldular…
Caydırıcılık artmadıktan, bu cinayetleri işleyip bu çiçekleri dallarından koparan katiller en ağır şekilde cezalandırılmadıktan sonra, en önemlisi erkekliğin bir kadının hayatına son vermek; can almak olmadığı insanlara öğretilmedikçe korkarım daha nice kadınlarımızın bu haberlerini almaya devam edeceğiz.
Toplum olarak analarımızı, bacılarımızı, sevdiğimiz kadınları el üstünde tutup cennetin onların ayaklarının altına müjdelendiği bilinci ile davranırsak onlara ellerimizle kefen giydirmez, giydirenlerin ellerini artık ‘İnşallah Kırarız’…