İnsanoğlunun mutluluk, heyecan, acı gibi durumlara karşı tepkileri çok eskidir ve zamanla değişen-dönüşen karakter gösterir. İyi-güzel anlar ve tam anlamıyla sağlıklı olmak hoşumuza gider, biz de bu halin süreklilik göstermesini isteriz. Ancak, acı hayatın ‘her zaman’ içindedir ve acı da diğer duygular gibi kendisini sürekli “Ben buradayım” diye gösterir. Örneğin kötü bir haber, sevdiğimiz birinin kaybı, başarısızlık ve/veya hastalıklar acı verir. Peki, birey- toplum acıya nasıl tepki verir?
Acıya ilişkin yorumlar birçok düşünür-yazar tarafından yapıldı, hala da yapılmaya devam ediyor. Benim burada karşılaştırmak istediğim şey iki farklı kültürün önemli düşünürleri olan Bedüizzaman Said-i Nursi ile Byung-Chul Han’nın acı hakkındaki düşünceleridir. Bu karşılaştırmayı yaparken de Said-i Nursi’nin ‘Hastalar Risalesi’ isimli küçük hacimli eseri ile yine Han’ın benzer hacimdeki ‘Palyatif Toplum, Günümüzde Acı’ eserlerini kıyaslayarak bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Yani bir tarafa 1878-1960 yılları arasında yaşamış Kürt İslam âlimi olarak bilinen Bediüzzaman’ı, diğer tarafa 1959 doğumlu olan ve halen hayatta olan Güney Koreli yazar ve kültür kuramcısı Byung-Chul Han’ı koymaya çalışacağım.
Yukarıda sözünü ettiğim yazarların adı geçen eserlerinin ikisi de insana acı veren deneyimler ve bu deneyimlere karşı tepki-cevap konusunu irdelemektedir. Tahmin edileceği gibi Nursi’nin bakış açısı Kutsal Kitap ‘Kur’an-ı Kerim’ çerçevesindedir. Han’ın bakış açısı ise daha modern-seküler felsefe çerçevesindedir. Taban tabana zıt yani! Bu zıt bakış açıları arasında ‘acı-keder-ıstırap’ karşısında iki uç bakış açısının ne kadar örtüştüğünü ve birbirini ne kadar tamamladığını incelemeye çalışacağım. Doğu-batı düşünce şekli farklılık gösterecektir elbette ama şunun da cevabını bulmaya çalışacağız: Aynı sorun ya da kavram üzerine iki farklı bakış açısı gerçekten farklı mıdır? Metaryalist düşünce ile dini düşünce birbirine zıt mıdır? Ortak mesajları nedir? Bu tür soruları araştırmak-karşılaştırmak için bana göre adı geçen iki önemli kitabın derlenmesi önemlidir.
Risale-i Nur Külliyatı’ndan ‘Hastalar Risalesi’ tahmini 1934 yılında yazılmıştır. Chul-Han külliyatından olan ‘Palyatif Toplum, Günümüzde Acı’ ise 2020 yılında Almanca yazılmıştır. Temelinde hastalara bir teselli niyeti ile kaleme alınan ‘Hastalar Risalesinde’ hastalık kaynaklı ‘acının’ anlamı ve nasıl değerlendirilmesi gerektiği ele alınır. Palyatif toplum kitabında ise günümüzde acı dan kaçınmanın bin bir hali ve acısız toplumun irdelenmesi yapılır. İkincisi teşhis, birincisi tedavi gibi olsa da aynı kavramı ele alınır: Acı!
Peki bu acı nasıl bir şeydir nasıl ele alınmalıdır? Nursi kitabına ilk ‘Deva’sında şöyle der: “Ey biçare hasta, merak etme, sabret. Senin bu hastalığın sana dert değil, belki de dermandır.” Han ise eserinin hemen ilk sayfada ‘Algofobi’ yani acı korkusunu ele alır ve şöyle der: “Günümüzde her yerde bir acı korkusu hâkim. Acı toleransı da hızla düşmektedir.”
Acı korkusuna Nursi’den reçetesi; “Senin acın sana dermandır.” Han günümüzde acıdan korkan ve acısız yaşamak isteyen bireyin, aşk acısından bile korktuğu için aşktan da kaçtığını böylelikle kendisini baskılayan, sınırlayan ve derin bir boşluğa düşen bireyi tarif eder. Aynı birey için çok yerinde bir öneri ile Nursi; “Senin derdin (acın) sana dermandır çünkü ömür bir sermayedir gidiyor, meyvesi bulunmaz ise zayi olur” der. Muhtemelen yaşamın meyvesi de Han’ın aradığıdır. Han, acıdan kaçınan bireyin sorunlarının yanında siyasetin, sanatın ve topyekün toplumun sorunlarının da olduğunu dile getirir. Nursi ise daha çok bireyin kendisi ve yaratıcısı Allah (c.c.) ile ilişkisini hastalık sürecindeki acı-keder-ağrı üzerinden inceler. Tabi ki bireylerin ağrı ile ilişkisi toplumun da bir göstergesi olacaktır. Bu konu da BCH Ernst Jünger’e atıfta bulunarak şöyle der; “Bana acıyla ilişkini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim”. Elbette bu tespit toplum için de yapılabilir.
Yine Han’ın kitabının ilk sayfasına yazdığı Walter Benjamin’e ait tespit; “Bedensel hisler içerisinde insan için yalnızca acı, teknesini yüzdürebileceği, onu denize taşıyacak suyu tükenmez bir nehir gibidir. Haz, insanın peşine düşmeye çabaladığı her yerde, bir çıkmaz olduğunu açığa vurur.” Aynı düşünce Nursi’de şöyle derlenir; “Eğer hastalık olmazsa (acı), sıhhat ve afiyet (haz-keyif) gaflet verir, dünyayı hoş gösterir. Ahireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor. Sermayeyi ömrünü bed-i heva boş yere sarf ettiriyor.”
Yani; Benjamin’in belirtiği hazın bir çıkmaz sokak dediği şey Nursi tarafından yaşamın boş yere harcanması şeklinde yorumlanır. Bu çıkmaz sokağa girmemek için acı Nursi’ye göre çok önemli bir mürşittir (doğru yolu gösteren). ‘Algofobi’ den siyaset de payını alır elbette. Han, radikal söylemlerin-politikaların yaratacağı gerilimden, devinimden korkan siyasetçilerin statükoyu devam ettirme eğiliminde olduğunu belirtir ve şunu ekler; “Günümüzde paradigma değişimini yaratacak fikirler yoktur artık, güvenli zeminde statükocu politikalar devam eder. Politikacılar endişeli ve korkaktır.” Öte yandan Nursi de: “Yarın başıma ne gelir? Hangi acıyı yaşayacağım?” endişesi taşıyanları “Ahmak” olarak değerlendirir. Çünkü, evham ve endişe acıyı- hastalığı artırır. Yine ölüm korkusunu ve sağlıklı günleri kaybetme korkusunu ikinci bir hastalık olarak değerlendirir. Geçmişin ve geleceğin sahibine şikâyet manasına da gelebilecek olan bu şüphe ve evham için Nursi’nin reçetesi “Elhamdülillah ala külli hal” ve “Bu da geçer ya Hu” de “Geçer”dir. Bu noktada Nursi’nin bakış açısı yine acıya hoş geldin demek, ne pahasına olursa olsun hakikatten şaşmayacak bir hayat yaşamaktır. Öyle ki geçmiş hataların-günahların bir nevi temizlenmesi için bu yaşanacak acıyı fırsat olarak görmemizi önerir.
Siyasetçilerinin hataları da çok olacağından bir nevi ‘Kefaretüz-zunüb’ niyetine statükoyu değil de hakikati savunmayı önerir. Han ‘Hayatta kalma’ başlığı altında “Acı korkusu nihayetinde ölüm korkusudur” der. Bu korkuya Nursi şöyle değinir; “Ölüm nazar-ı gaflet ve zahiri cihetinde dehşetli olduğundan ona vesile olabilen hastalıktan korkuluyor, endişe ediliyor. Saniyen: Ölüm suretten göründüğü gibi dehşetli değil. Dolaysıyla ölümden korkmayanın acıdan korkması gerekmez.”
Acının kurnazlığı konusunda ise Han; Jünger’ee atıfta bulunarak ve modern insanı denizci Simbad’a benzeretek yorumlar; “Denizci Simbad tayfası ile aslında büyük bir balığın sırtı olan adada yaşar. İçer, yer, eğlenir. Ne zamanki balığın sırtında ateş yakınca balık okyanusa dalar ve Simbad ile tayfası batar.” Bir balığın sırtını güvenli zanneden Simbad modern insanın ahmaklığının kalıcı bir metaforudur. Nursi bu ahmaklık konusunda insanı şöyle ikaz eder: “Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait, muhtelif maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bırak aczini anla, malikini tanı, vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren.” Han, kitabının birçok yerinde “Aynının cehenneminden” bahseder. Nursi, bunu şöyle ifade eder; “Hayat, daima sıhhat ve afiyet yeknesak gitse, nakıs (eksik, kusurlu) bir ayna olur.” Dolaysıyla hem Said-i Nursi hem de Han’a e göre cennetvari, hakiki bir yaşam acı ile birlikte olandır. Han’ın kitabının bir bölümüne ‘Hakikat olarak acı’ adını vermiştir. Acının/kederin hakikat olduğuna birçok seküler filozoftan örnekler verir. Nursi de kitabının tümünde acının “Şaşırmaz bir mürşit” olduğunu söyler.
Ezcümle; günümüz toplumunun acı ile ilişkisini irdeleyen seküler dünya alimleri ile Bediüzzaman Said-i Nursi aslında aynı hakikati farklı perspektiften sunmaktadır.
Acı eşiğimiz nispetinde, insan olmaya adayız…