Mitolojide güneş şehri olarak bilinen, adını Urartulardan alan, yeşil bahçelerin ve rengârenk bitkilerin tadı ve güzelliğiyle herkesi kendine hayran bırakan bu güzel mahalle Şamranaltı idi, elma bahçeleri ile tanınırdı. Suları berrak akardı. Bu sular gittiği her yere can verir, canlandırırdı. O bahçeler bu temiz ve berrak suların bereketi ile bereketlenirdi. Yeşil ve mavisi bol olan, gözlerinin biri mavi  biri yeşil  kedileri ve otlu peyniri ile tanınan memleketin çocukları onlar. Van’ın şirin bir ilçesi  Edremit'e bağlı Şamranaltı mahallesinin çocukları; sakin mizaçlı, meraklı, özverili ve çalışkandılar. Sabahın ilk  ışıkları ile uyanır ev işleri varsa yapar sonrasında halk arasında Van denizi olarak bilinen Van gölünün plajında, sodalı suyunda yüzerlerdi. Sodalı su, güneşin ışınları ile birleştiğinde tüm çocukların saçları altın sarısına dönüşürdü. Öyle ki suyun içinde o kadar zaman geçirirlerdi ki acıkmayı bilmezlerdi. Çoğu zaman güneşin batışına kadar bekler gölün o muazzam manzarasını izler öyle dönerlerdi.

 

İşte Şamranaltı’nın çocuklarının oyun alanı şamranın suyunun canlandırdığı elma bahçeleri ve yeşil alanlardı. Her bahçe onlara açılmış yeni bir oyun alanı gibiydi. Öyle ki nerde bir güzel meyve ağacı varsa o çocuklar bilirdi. Elmanın, eriğin, armudun, kirazın en lezzetlisi hangi bahçede ise o çocuklar bilirdi. Çok özgürlerdi, oyun alanları genişti. Bahar gelince erikler çiçek açar etrafa kokular saçılırdı. O çocuklar doyasıya oynarlardı. Çocuklar  hareketli ve maceracı idiler. Bağlarda bahçelerde dolanır, top oynarlardı. Çocuklar büyüklerine karşı saygılı idiler.

 

Hele o çocuklar arasında biri vardı ki anlata anlata bitiremeyiz. Daha çocuktu ama mahallede herkes onu tanırdı. Okulunda da hep gözde biriydi. Kendi yaşıtları arasında çok uzun boylu değildi, orta boylu, kumral, sarıya çalan gözleri yürüdüğünde heybetli biriydi. Evet, o kişi Seyithandı. Cesur, korkusuz, kavgacı ama aynı zamanda adaletli iyi kalpli, temiz yürekliydi. Şamranaltı  çocukları arasında dolaşırken tam bir oyun kurucu ve lider görünümündeydi.
Oturdukları evler hep aynıydı. Topraktan yapılmış, taş duvarlı, alt katında bodrum bulunan  damları hep toprak ve saman karşımı bir katmanla  kaplı  evlerdi bu evler. Evlerin kapıya bakan kısmında mutlaka çiçekler büyütülürdü. Her evin avlusunda sardunyalar güller ve pencerelerden değişik çiçekler sarkardı.


Güneşin insanın içini tam ısıttığı bir günde Seyithan’ların evlerinin önündeki çiçeklerin arasında bir kıpırtı görüldü. Bahçede oynayan çocuklar hepsi oraya toplandı. Sarı siyah renkli, dili sürekli dışarı çıkıp duran, değişik şekillerde tıslayan korkutucu bir yılanın, çiçeklerin arasında dolaştığını gördüler. Çocukların gözlerini korku  bürümüş, uzaktan bakıyorlardı. Tam o sırada korkusuz Seyithan geldi. Ürpermiş çocuklar korku dolu gözlerle yılanı işaret ettiler. Seyithan yılanı görür görmez hemen çiçeklerin içine daldı. Ayaklarını yılanın boynuna koydu. Isırmasın diye de başından eli ile sıkıca tuttu. Çocuklar korku içinde kaçışırken o yılanı bir oyuncak gibi elinde oynatıyordu. Yılanın başını ezerek öldürdü. Bir buçuk metre uzunluğunda zehirli bir yılandı. Çocuklar ölü yılanı görmek için  Seyithan’ın yanına geldiler. Yüzlerindeki korku neşeye dönüşmüştü. Oyunlarına kaldıkları yerden devam ettiler. O, çocuklar arasında tam bir kahraman gibiydi. Çocuklar onu görünce cesaretlenir, etrafında toplanıp onunla dolaşmayı bir onur sayarlardı. Başka mahallelerdeki çocuklar Seyithan’ın korkusundan Şamranaltı’na yaklaşamaz, yaklaşırlarsa ağızlarının payını alacaklarını bilirlerdi. Günler böyle oyunla kovalamayla geçerken iyi kalpli, cesur yürekli, yiğit fıtratlı, seveni çok Seyithan bir anda ince hastalığa tutuldu. Herkes iyileşmesini dört gözle bekliyor onun  iyileşmesi için dua ediyordu. Seyithan güçlüdür muhakkak iyileşir sözü mahallede en çok söylenen sözdü. Derken herkesin şaşkınlığı içinde o korkusuz, cesur ve yiğit çocuk bu amansız hastalığa yenik düştü ve bu dünyadan göçüp gitti. Ardından bir yaşam serüveni bırakarak…
 

Günler günleri aylar ayları ve yıllar yılları kovaladı. O çocuklar büyüdü. Artık Şamranaltı’nın suyu berrak akmıyordu. Fabrika atıkları, her eve girmiş olan zehirli çamaşır suları. Artık Şamran’a akıyor. Bir zamanlar içinde yüzülen, çocukların kâğıttan gemilerini bırakıp saatlerce takip ettiği o Şamran suyunu kirletiyor, bu su eskisi gibi akmıyordu. İçinde oyun oynanan bahçeler çitlerle, tel örgülerle ve duvarlarla bir birinden ayrıldı. Şamranaltı’nın çocukları büyüdü. Anadolu’nun  bağrından kopup o bahçelerde büyüyen çocuklardan çoğu peyzaj işleri ile uğraşır oldu, kimi değişik illere taşındı, kimi mimar, kimisi mühendis oldu, bazıları iki dirhem bir çekirdek cilalı saçları ile  kamu kurumlarında memuriyete devam etti. Kimi evlendi baba oldu, kimi nişan yüzüğünü takıp evlenmeyi bekliyor. Şamran’ın çocuklarının dilinde hep o mani eski günleri yad etmek için eksik olmazdı.

 

Yeşil Van'ın lavaşı
Ne hoştur ayran aşı
Murtuğası çılbırı
Meşhurdur keledoşu
Ana ana kız ana
Kalk tendendürü yak ana
Sengeseri karıştır
Bayılmışam bu Van'a
Erikler çiçek açtı
Etrafa koku saçtı
Van gölünün balığı
Benim iştahım açtı.                                      

Şaban BAYSAL (Sosyolog)

Editör: TE Bilisim