Hakikatin hayali ile hayalin hakikati arasında, mümkün olanı hayal etmeye çalışan bir varlıktır insan. Mümkün olanın hayal edilebilirliği ile somut bir dünya inşa ederiz. İnsan, mümkün dünyaların en iyisinde, mümkün öykülerin ve hayallerin en iyisini hayal edip gerçekleştirmeye çalışarak, hayal ettiğinin hakikate en yakın olması ve onunla en üst düzeyde benzeşmesi için mücadele eder. Bu mücadelesini somut hâle getirir ve buna da ‘sanat’ der.

 

Hayalden kastımız, fantastik öğelerin bir araya gelerek ortaya çıkardığı kalabalık değildir. İnsanın ruhu göğe her baktığında, geldiği yere duyduğu özlem yüreğinin derinliklerinde biriktikçe, sanat denen kıvılcım hayale bürünerek somut bir şekil alır. İşte bu, hakikatin sonsuz ufuklarına hayalin dokunmasıdır. Her dokunuş, farklı bir isimle mücessem hale gelir. Biz daha sonra buna resim, müzik, şiir vs. gibi isimler vererek tümel anlamda sanat deriz.

 

İnsan, sadece sanat ile kendi derinliklerini ifade etmez. Zira insan, köklerine her döndüğünde farklı bir tecrübe ile karşılaşır. (B)ilim, teknik, mühendislik, kültür, anane, dil, din vs. hepsi insanlığın ortak tecrübesi içerisinde, kendine has özellikler ile yer bulur. Tümünü bir araya getirdiğimizde büyük resmi görmeye başlarız ve bunun adına en üst ifade ile ‘medeniyet’ deriz. Fikrin, ruhun, kalbin, aklın irfan ile yoğrularak ifade bulduğu tecrübenin bütünü, yani medeniyet aklı.

 

Bin yıllardır bu dünyanın sırtında yuvarlanan bir varlıktır insan. Kendi ruhunun derinlikleri ile yıldızlara bakarken düşlediği, özlediği uzakların sebep olduğu dinmez susuzluğuna bir çare arayışından vazgeçmemiştir. Her arayış farklı bir tecrübe ile kendini göstermiş ve insan her tecrübede ayrı bir ilim/bilgi kanalı keşfetmiştir. Kendi derinliklerini, ilahi ilhamlara teslim oldukça daha sarsılmaz şekilde tetkik etmiş ve özlediği uzaklar ile daha uyumlu hale gelmiştir.

 

İnsan, varlık evinin yegâne rüyacısıdır. Kendini, çevresini, toplumu, hayatı, dünyayı inşa ve ihya etmek ile sorumludur. Hakikatin sonsuz ufkundan haberdar edilen, marifetin tek muhatabı ve taşıyıcısı insandır. Kendisine emanet edilen sorumluluğun ve mirasın farkında, kendisinden önceki tecrübeyi omuzlayacak kadar cesur, üzerine ekleyip daha ileriye taşıyacak kadar bilgili ve özverili,  kendisinden sonrası için yetkin bir emanet bırakacak kadar hassas bir varlıktır insan.

 

Kendi ürettiğinin, inşa ve ihya etmeye çalıştığının öznesi insandır. Fail olarak görülen insan, temelde özüne uygun hiçbir eyleminde kendini merkeze almaz. Daima merkezde hakikat vardır ve insan bu hakikatin çevresinde bir pervane gibi say eder. Hayatın çok yönlü durumlarına müdahale edip mümkün olduğunca en üst düzeyde hakikatin davetçiliğini yürütür. Tüm üretim, inşa ve ihya tecrübesi hakikatin varlık âlemindeki aynası, onun derinlikli dili olsun diye mücadele eder. Ortaya çıkan tüm arızaları tespit ederek, aslından kopmuş, özünden uzaklaşmış her vakayı tekrardan medeniyete irca eder.

 

İnsan, merkeze kendisini aldığı andan itibaren özne olmaktan çıkıp nesne haline gelir. Merkezini kaybeden insan da, ürettiği de sadece bayağılığını tekrar eden, derinliğini kaybetmiş, durmadan şekil değiştirerek karşımıza çıkan bir garabete dönüşür. Hayatın ve insanın basitleşmesi ile ortaya çıkan sayısız arızalı durum, köklerinden ve özünden kopuk olduğu için tamir edilemez bir hâl alır. Arızayı gidermek için yapılan her müdahale de bir süre sonra arızanın bir parçası olmaktan kurtulamaz.

 

İnsanlık olarak, her şeyi ile tükettiğimiz ve yaşanmaz hale getirdiğimiz dünyanın, on binlerce yıl öncesinden başlayan tarihinde, yüz binlerce yıl sonrası için bir orta yol aramaktayız. Yıkıntıları içerisinde kaybolduğumuz, enkaza dönmüş hayatımıza yeni ve temiz bir sayfa açmak istiyoruz. İnsan, her devir ve dönemde, yolunu kaybettiğinde kendisine yol gösterecek deniz fenerleri arar. Her çağda yol gösteren medeniyet aklının ve onun hakikatten ışığını alan deniz fenerlerinin engin ufukları sayesinde bu mümkün hale gelir.

 

İçinde bulunduğumuz medeniyetten yoksun çağa yerbilimciler ‘Yeni İnsan Çağı’  diyor.  Fakat bu çağ her ne kadar umut vadeden görüntüler ile karşımıza çıksa da, hayat enerjisini tükettiğimiz bu evrenin son çağdaşı olacağız. Ne tarihi devir ve dönemler, ne de bilimin karmaşık kavram haritaları ve yapıları, anlatıldığı gibi ‘yeni bir insan çağı’ başlatamayacaktır. İnsan, kendi ruhunun ve kalbinin tarihi devir ve dönemlerini hakkıyla keşfetmediği sürece tüm çağlar ve dönemler onun için kapanmış ve bitmiş ilkel zamanlardır. ‘Yeni İnsan Çağı’ ancak kemâlin(in) devir ve dönemlerini iyi bilen bir insanlık ile mümkün olabilir.