‘Maverayla göbek bağını koparmış bir dünyanın insanı ya intihar eder ya isyan.’ diyor Cemil Meriç. İnsan bir merkeze sahip olmak ister. O merkezden hareketle keşfetmek ve ötelere, ötelerinde ötesine ulaşmak ister.

 

Kendini bilmek, tanımak ve kendini bildikçe Ol’gunlaşmak için çaba harcar. Sahip olduğu tüm donanımları her gün daha da ileriye taşımak için uğraş verir. Elde ettiği tüm becerileri hep daha üst seviyelere ulaştıracak yollar arar.

 

İnsan neye sahip olursa olsun, elde edeceği tüm gelişim ve seviye atlamaları ilim/bilgi sayesinde yapar. Hangi bilgi kırıntısının insana nerede çelme atacağını kimse bilemez.

 

Küçük ve değersiz gördüğümüz her kırıntı bir bütünü tamamlayan ve o parça olmadan tamam olmayan bütünselliği ifade eder. Kemâl yolunda çıkılan her basamak da bu bütünselliğe ve ol’gunluğa götürür.

 

Yükselen ruhun bir basamağı, kemâle ulaşmaya çalışan aklın geçmek zorunda olduğu bir kapı veya o kapıların anahtarıdır.

 

İnsan, bu kapılara ulaşmak için de daha önce o yollarda yürümüş tecrübeli kılavuzlara adres sormak zorundadır. İlim, en dıştaki halkadan merkezdeki noktaya ulaşıncaya kadar azimle gidilmesi gereken bir yoldur.

 

Zira merkeze doğru yapılan yolculuk kişinin kendine yaptığı yolculuktur. İnsan, kendi merkezine ilimle vardıktan sonra kendi aslını bilir ve tanır. Sonrasında ona kalan, her insanı aslına bu ilim ve tecrübeyle çağırmaktır. 

 

Her insan bir topluma, kültüre ve medeniyete doğar. Doğuştan getirdiği kabiliyetler, içine doğduğu toplum küresi tarafından ya aslına uygun şekillendirilir veya gittikçe daha arızalı bir hale gelir.

 

Mensubu olduğu medeniyet kemâl yolunda ne kadar olgun ve yetkin ise o kadar doğru ve insanın aslına uygun yetenekler kazandırır. Tersi durumda sadece artan arızalar mevzubahis olur.

 

İnsan umuttur. Her ne kadar ortaya çıkan tüm krizlerin müsebbibi olarak görülse de insan yine de insanın sığınağıdır. Sorunun merkezinde yer aldığı kadar çözümün de merkezinde insan vardır. Umut, olgun ve kâmil olarak hakikatin kusursuzluğuna ayna olma beklentisidir.

 

Ayna olurken ona uygun medeniyet kurma ve bu medeniyeti kemâl yolunda sürekli kılma mücadelesidir.

 

Zirveye doğru alınan yol medeniyetin amacı değil gerekçesidir. Amaç yolda olmak, o yola çıkanı yolda tutmak, bireyden topluma-toplumdan medeniyete hep birlikte ortak bir ruh ile yükselmektir. Medeniyet kalptir ve medeniyete götüren yoldaki tüm pratikler ise o kalbin aklıdır.

 

Akıl, yalnız başınayken çerağsız ve karanlıkta kalmış, yol arayan ve gittiği her yolu hakikat zanneden bir âmâdır. Bu durum da, aklın durdurulamaz düşüşüdür.

 

Medeniyet, insan ömründen hep daha uzun, fakat her insan ömrünü içinde barındıran, tüm insanlığın ortak yolculuğu ve tecrübesidir.

 

İnsan kendi kalbinden medeniyetinin kalbine yolculuk eder. İnsan, bu yolculukta yolu bilen, tecrübeli kılavuzlara ihtiyaç duyar. Bu kılavuzlar bizzat şahıs olabileceği gibi onların gönlünden akseden ışığı içinde barındıran eserlerde olabilir.

 

Günümüzde medeniyet kavramı üzerinden bir hayli kargaşa üretiliyor. Medeniyet, içi boşaltılmış ve dilden dile dolaşan bir rivayet gibi ulaştığı her dilde aslından biraz daha uzaklaşıyor.

 

Aslına rücû etmesi için türlü çabalar harcansa da, medeniyet aslı itibariyle insanın en büyük kavgasıdır. Çünkü insanı da insana ait olanı da sürekli kılacak olan, medeniyetin engin ufuklarıdır. 

 

Medeniyet aklı’nın üçlüsü kabul edilen insan/zaman/mekân da bu engin ufuklardan beslenir.

 

Tüm bu tecrübeyi bir araya getiren, zaman ve mekânın insan eliyle hakikatin aynası olması için kişiyi sefer halinde tutan, her zaman da zamanlar üstü olanı insanın kalbiyle mekâna işleyen ve işleten, ona ruh, nazar edene şuur kazandıran medeniyet aklı dediğimiz derinlikli kavrayıştır.

 

İnsan medeniyetin öznesi, zaman medeniyetin kalbi, mekân onun ruhudur. Bu üçlü bir araya geldiğinde medeniyet aklı’nı oluşturur.

 

Birinin geride kalması diğerlerinin tökezlemesine sebep olur. İnsan, mârifet bilgisi elde ettikçe hakikate daha çok yaklaşır. Yaklaştıkça yakîn’i artar ve derinleşir. Bu derinleşme insanın en başta kendi özündeki gizleri keşfetmesini sağlar ve tali düzeyde çevresine sırlanmış irfan çeşmesini görmesine yardımcı olur.

 

Ân’a dikkat kesildikçe zamana ve mekâna hükmeden asıl gücü tahkik eder ve bu tahakkukun hikmetlerini temaşa ederek zaman ve mekânı nasıl inşa edeceğini daha iyi kavrar.

Editör: TE Bilisim