Belliydi uykusuzluğu ve bir o kadar da gerçekçiydi yüzündeki derin çizgiler. Oturdu yanı başıma bir sigara uzattı. Başımı istemiyorum dercesine iki yana salladım. Sustum. Ben susarken o sanki dalgaya kulaç atıyordu. Telaşlı bir şekilde arka arkaya sormaya başladı.

 

Konuşuyor konuşuyor ve tekrar konuşuyordu. Artık dayanamayıp ona sadece şöyle diyebildim: İnsanın alın yazısını sadece alın teri değiştirebilir. Sen yalnızca çalış ve üret. Bak o zaman kaderin nasıl değişecek. Bu sefer o sustu. Ben anlatmaya başladım.

 

…….

 

Kader uzun bir yolculuktur. Senin yaşamındır. Kaderimize yazılanı yaşamak gibi bir inancımız var, bazen bütün çabalarımıza rağmen bunu değiştirmeye çalışır hatta bazen de başarırız. Sonucunda üzülüp üzülmeyeceğimiz çok belli olmasa da bu riski almaya değer diye düşündüğümüz de olur. Oysa alnımıza yazılan kader belki yaradanın bizler için en uygun gördüğü şeydir. Geleceği görüp yöneteceğimize göre çoğunlukla ona baş eğeriz.

 

Anne -babamızı, milletimizi ya da çocuklarımızı seçemeyiz, bu bizler için kaderdir ama senin karakterin, zenginliğin ya da fakirliğin kader değildir. İyi bir insan olman, hatır gönül yapman, toplumda sevilmen, bu dünya için güzel şeyler düşünüp üretmen, bir şeyler ortaya çıkarman hele hele hiç kader değildir, Yaşadığın kadere ne kadar inanıp onu sevebiliyorsun?

 

Kaderi sevmek hayatı sevmektir, sen eğer birinin alnına yazılmışsan seni ondan kim ayırabilir, sen en iyisi mi senin için yazılan kaderin tadını çıkar. Kaderimiz bizim sınavımızdır. Bu sınavın kolay ya da zor olduğunu bilmeden belki başka güzel kaderlere iç geçirir onlara gıpta edersin. Ama emin ol ki senin kaderin sadece senin için yazılmıştır ve en güzel olanıdır.

 

…….

 

Tekrar bir sigara daha yaktı. Susma sırası ondaydı, kendi kaderini gözden geçiriyor, başkalarının sınav kağıdına kendi adını yazmak istiyordu. Duramadı tekrar sordu: Onlar dedi çok zengin, onlar çok mutlu, onların her şeyi var peki ya benim?

Bu sefer ben  dayanamadım ve ona şu hikayeyi anlattım:

 

Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.

Güneş onu yakıp kavurur.

 

O da Tanrı'ya yakarır ...Keşke güneş olsaydım diye.

"Ol" der Tanrı. Güneş oluverir.

 

Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.

Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur.

Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur.

Rüzgar olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı.

Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.

Her şey karşısında eğilir.       

 

Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.

Oradan eser buradan eser, kaya bana mısın demez!

Bildiniz...

 

Tanrı kaya olmasına da izin verir.

 

Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı...

Sırtında bir acı ile uyanır...

Bir ihtiyar  taşçı kayayı yontmaktadır…

 

 

Gözlerime baktı ve anladım dercesine kafasını öne eğip birden kalktı. Omzuna dokunup ona son kez şöyle dedim.

 

Kader ne kadar kara yazılmışsa umut da bir o kadar beyaz yaratılmıştır. Ve karanın kirlettiği beyaz, elbet bir gün kendi rengine dönecektir. Biz ne kadar plan yaparsak yapalım kaderin bizler için planı zaten hep vardır.

 

…………………………

 

Bu hafta da karaya çalmış bir kaderin şiirini yazdım. Beğenmeniz dileğiyle...

 

KARA YAZI

 

İki elinde iki çocuk, biri de karnında

Ayağında uzun etek,

Başında oyalı yazma

 

Geldi tarlaya ezan ‘’ Allah-u ekber’’ dediğinde

Yetimlerini bıraktı çardağa

Kulağı çavuşun emrinde

 

Vurdu çapayı toprağın böğrüne böğrüne

Dinmedi hiç ağrı belinde

 

Konuşmak yasak, doğrulmak yasak,

İki büklüm öylece

Mola verdiler güneş tepeye gelince

 

Koştu yetimlerinin yanına

Baktı, yoklardı ortalıkta

 

Koştu aradı, koştu aradı

Kanalın yanında bir yılan vardı

 

Dondu kaldı öylece orda

Yetimleri yatıyordu yılanın yanında

 

Bağırdı, çağırdı, işiten yok,

Derdi zaten geceden çok

 

Öldü iki yetim, kaldı karnındakine

Yedirememiş olacak

Bıçağını sapladı midesine…