Ülke siyasetimizi, geçmişimizi, bugünümüzü ve belki de geleceğimizi etkilemiş olan, ömrünün büyük kısmını siyasette geçirmiş, Eski Cumhurbaşkanlarından merhum Süleyman Demirel, çok kritik anlarda çekinmediği söylemleriyle de hayatımıza olan etkilerini sürdürüyor.

 

Son bir haftada Demirel’ in zihnimde sık sık tekrarlanan “Kırat şaha kalkacak, deli taylar olmasa” sözünü paylaşmak isterim.

 

Bahsettiği Kırat ile partisini, taylar ile ise bu aralar da gündemimizde olan DanışTAY ile SayışTAY ve YargıTAY’ı ifade ediyordu.

 

O zaman şaha kalkacak olan ‘Kırat’, bugün farklı şekilde önümüzde durabilir. Bu devlet olur, millet olur, milletin teveccühünü hak etmiş ‘AK Parti’ olur. Ya da aklıma gelmeyen başkaca şeyler olur.

 

Gelin görün ki Demirel’ in deyişiyle ‘deli taylar’ varlığını muhafaza ediyorlar. Bu taylardan Danıştay ise geçtiğimiz haftanın gündem belirleyicisi oldu. 2013 yılında kaldırılan Andımız uygulaması ile ilgili hükmü iptal ederek, gergin bir süreç başlatmış oldu.

 

2013’te uygulama kaldırılırken tepki gösterenler, şimdi zafer pankartları astılar. Ahitleşmişlerdi, ahitlerine sadık kaldılar. Onun dışında hükümet ve özellikle yakın yazarlar Danıştay’ın kararına tepki gösterdi, bu durumun hem vazifesinin olmadığını hem de gerekçesinin ‘bilimsel’ ifadesi kullanılarak garipsendiğini belirtti. Bu gelişmeyi kimileri de Cumhur İttifakına karşı bir hamle olarak nitelendirdi. Belki de haksız değillerdir. 

 

Ben de kısmen bu düşünceye katılıyorum ama samimi olmak gerekirse, ne andımız kaldırıldığında karalar bağlamış ya da keyiften köşe olmuştum, ne de bugün Danıştay’ın hüküm iptali meselesinde yas tutuyor ya da gururlanıyor durumdayım.

 

İlköğretim sürecimin bir kısmını fazla ulusalcı ve milliyetçi takılan bir kesimle geçirdim. (Birçoğunu çok severim, sadece okul müdürümüz bazen abartıya kaçıyordu. Faşist kelimesini kullanmak istemem ama Kürtlüğümüz üzerinden hakaret etmişti. Ailece bu vatanı ve bütün milli-manevi değerlerimizi ondan çok sevdiğimize adım gibi eminim. Neyse mesele müdür değil, yeri gelmişken o da yazıya döküldü.)

 

O okul sürecinde birlikte olduğum arkadaşlarımın da milliyetçilikle aralarındaki samimiyeti konuşmak dahi bana düşmez. Onlar bile Andımız okunacağı zaman, uygulamanın şeklinden ve şekilciliğinden sıkılmış vaziyette şikayet ediyorlardı. Yani her sabah öğrencileri askeri nizama koyup, ezberlenmiş şeyleri tekrarlatıp sınıflara göndermek, onlara da samimi gelmiyordu. Sonra uygulama kalkınca durum bu şekilde değerlendirildi.

 

Öyle görünüyor ki Danıştay’ın bu kararı daha çok su götürecek. Tartışmalar günlerdir farklı boyutlarda sürmeye ve sürdürülmeye devam ediyor. Bir süre daha da devam edecek gibi. Bugün Danıştay kararıyla yeniden uygulamaya başlanabilir, ancak madem Danıştay kendinde yürütme yetkisi bulmuş ben de o haddin onlarda olduğunu düşünerek bir ‘AND ÖNERİSİ’ sunmak istiyorum. Uygulamazsa keyfi bilir, ne de olsa keyfince kararlar almaya başladı kendileri.

 

 

***

 

 

Biraz sıra dışı, biraz da bağlamdan uzak önerimi sunarken ‘andın’ okunması ya da okunmaması üzerinden devam etmeyeceğim.

Nihayetinde iki seçenekten birisi olacak. Ya da öngöremediğimiz bir üçüncü ihtimal.

Ben bağlam dışında, bugünün Van 2011 Van depreminin de yıldönümü olmasından hareketle  ‘andımız’ işini  Van ile ilgili farklı bir noktaya çekmeye gayret edeceğim.

Mesela bir kaç gündür herkesin “Unutmadık” mesajları yağdırdığı Van Depremi’ni de görmüş kentli müteahhitler her gün şunu okuyarak bina yükseltmeye devam etse:

 

“Müteahhitim, dürüstüm, çalışkanım.

İlkem, iş yaptığım hiç kimseyi kandırmamak,

mülk sahibine verdiğim vaadi zamanında yerine getirmektir.

Ülküm, kalitede birinci yapılar yapmak, insan canını korumaktır!”

(Burada Bitsin)

 

Dalga falan geçiyor değilim, lütfen kimse yanlış anlamasın. Müteahhitlerin bazıları bu işle ilgili ahide ya da anda sahip olmadıkları gibi sadece ranta kapı aralıyorlar.

Tam da bunun için müteahhitlerimizin andı olmalı, her sabah uyandıklarında içten seslendirmeliler.

Seslendirmeliler ki ülkemizdeki yapı kalitesi orantısızlığı ortadan kalksın.

Ülkemizin batısındaki yapılar buralara nazaran çok daha kaliteli olabiliyor. Ama ne büyük tezattır ki, İstanbul’ un, Ankara’ nın ve diğer büyük kentlerin inşaat sektörüne işgücü transferi hep buralardan oluyor. Oralardaki İş Güvenliği denetimleri had safhada olduğu için sıkıntıları daha az duyuyoruz. Burada İş Güvenliğinin durumunu az çok biliyorum, ama iş güvenliği denetimi mi vicdan denetimi mi deseniz cevaplar aynı gelir. Tabi aynı gelir de aynı olur mu bilinmez?

 

***

 

Ömrü inşaatlarda geçmiş bir babanın evladı olarak yazıyorum, gerçekten yapılarımızın bazıları çok kalitesizleşiyor. Son yazdığım cümlede iyimser bile olabilirim. Binalarımızdaki ses ve ısı yalıtımı problemlerini geçtim, dokunduğumuz kapı kolunun kısa süre sonra gevşediğini yazmıyorum, yeni bağlanmış su hortumundan akıntı gelebilecek olmasından bahsetmiyorum, kapıyı kapatınca ya da yürüyünce ev sallanır mı? Evet sallanıyor. Ve bu durum sadece kentimizde yok.

Ama Van’ın çıkarmış olması gereken çok büyük dersler var önünde.

Ben 2011 diyeyim siz gerisini tamamlayın.

Evet... 23 Ekim 2011 Van Depreminin yıl dönümündeyiz.

Keşke dersler çıkarmış olsaydık da bugünkü yazı sadece anma yazısı olsaydı.

Ama maalesef öyle bir durumdayız ki bir sonraki depremde ölen “BEN DE OLABİLİRİM!”

Rahmet olsun depremde yiten bütün canlarımıza...

Editör: TE Bilisim